Dedem ne çok anlatırdı da çocukluk işte bir kulağımdan girer ötekinden çıkardı. Neyse ki babam tüm hikayeyi baştan anlattı , ben de hemen kayda geçtim...
Yıl 1800'lerin sonu ya da 1900'lerin başı... Denizli, Babadağ'dayız. Şimdi hiç yok ama belli ki o zamanlar Rum'larla birlikte yaşarmış müslüman halk. Açıkçası bu hikayeye kadar hiç duymamıştım da bu detayı.
Babamın dedesi yani büyük dedem 18 yıl İstanbul'da okumuş, hatırı sayılır bir hocaymış. Hocaymış hoca olmasına ama Cumhuriyet ile birlikte Babadağ'da karısının çarşafını çıkartıp ilk modern giysileri giydiren kişi olduğunu söylerdi dedem.
Büyük dedemiz İstanbul'dan 3 arkadaşı ile beraber gelir Babadağ'a. Misafirler için bostandan 4 kırmızı domates toplar ve eve getirip bunları domates dolması olarak pişirmelerini ister. Evin büyükannesi olmaz, ben günaha giremem diye çırpınıp pişirecek olsam bile onun pişeceği tencereyi tekrar kalaylatmam lazım der! Meğer müslüman halk domatesleri yeşil yermiş bu bölgede. Kazara domates kızaracak olursa da "bizimki kızarıvermiş" diyerek Rum komşuya verilirmiş.
Neyse büyük dedemiz bakmış büyükanneyi ikna edemiyor bahçeden katranlı bir tencere bulmuş. Kumla bunu ovalayıp temizlemiş ve vermiş büyükkanneye pişirsin dolmayı diye.
Bir ocakta kırmızı domates olmaları pişerken öteki ocakta da yeşil domates dolması pişedursun mutfağa yayılan kokular farklı olmaya başlamış. Bizim büyükanne ve yanındaki diğer hanımlar bir yeşil domates dolmasını bir kırmızı domates dolmasını koklayıp ne yapacaklarını şaşırmışlar. Dolmalar pişip misafire ikram edildikten sonra bizim katran tenceresi bir kıymetli olmuş sormayın. Dibinde kalan dolma suyunun tadına bakmak için hanımların içi gidiyor. Biri olmaz diyor öteki aman ne olur bir tadına baksak diyor derken "Koskoca hoca yaptı bunu, bir bildiği vardır herhalde" galip geliyor ve o günden beri kırmızı domatesler baş tacı oluyor Babadağ'da da!!
Yıl 1800'lerin sonu ya da 1900'lerin başı... Denizli, Babadağ'dayız. Şimdi hiç yok ama belli ki o zamanlar Rum'larla birlikte yaşarmış müslüman halk. Açıkçası bu hikayeye kadar hiç duymamıştım da bu detayı.
Babamın dedesi yani büyük dedem 18 yıl İstanbul'da okumuş, hatırı sayılır bir hocaymış. Hocaymış hoca olmasına ama Cumhuriyet ile birlikte Babadağ'da karısının çarşafını çıkartıp ilk modern giysileri giydiren kişi olduğunu söylerdi dedem.
Büyük dedemiz İstanbul'dan 3 arkadaşı ile beraber gelir Babadağ'a. Misafirler için bostandan 4 kırmızı domates toplar ve eve getirip bunları domates dolması olarak pişirmelerini ister. Evin büyükannesi olmaz, ben günaha giremem diye çırpınıp pişirecek olsam bile onun pişeceği tencereyi tekrar kalaylatmam lazım der! Meğer müslüman halk domatesleri yeşil yermiş bu bölgede. Kazara domates kızaracak olursa da "bizimki kızarıvermiş" diyerek Rum komşuya verilirmiş.
Neyse büyük dedemiz bakmış büyükanneyi ikna edemiyor bahçeden katranlı bir tencere bulmuş. Kumla bunu ovalayıp temizlemiş ve vermiş büyükkanneye pişirsin dolmayı diye.
Bir ocakta kırmızı domates olmaları pişerken öteki ocakta da yeşil domates dolması pişedursun mutfağa yayılan kokular farklı olmaya başlamış. Bizim büyükanne ve yanındaki diğer hanımlar bir yeşil domates dolmasını bir kırmızı domates dolmasını koklayıp ne yapacaklarını şaşırmışlar. Dolmalar pişip misafire ikram edildikten sonra bizim katran tenceresi bir kıymetli olmuş sormayın. Dibinde kalan dolma suyunun tadına bakmak için hanımların içi gidiyor. Biri olmaz diyor öteki aman ne olur bir tadına baksak diyor derken "Koskoca hoca yaptı bunu, bir bildiği vardır herhalde" galip geliyor ve o günden beri kırmızı domatesler baş tacı oluyor Babadağ'da da!!